Yoksa sız de meraksızlaştıramadıklarımızdan mısınız?




Minicik baloncukların içinde hapsolmuş duygular, kilitlenmiş kapılar, şeffaf kavanozların içlerine sımsıkı kapatılmış-hapsedilmiş hayaller. Bütün bunları planlayan akıllar kapının köşesine sıkışmış olan kırmızı kurdeleyi hesaba katmamışlar anlaşılan; MERAK.

Yoksa siz de meraksızlaştıramadıklarımızdan mısınız?

Evet biliyordum! Yüzeyselliğe hapsolmuş, merak etmekten yoksun (beklide kendini cevaplara hazır hissetmeyen), soru işaretinin varlığından şüphe ettiren biri olmadığınızı biliyordum zaten. O zaman doğru adresteyim demektir. Shall we continue?

Madem doğru adresteyim aklınızdaki sorulara cevap vermeden önce benim size birkaç sorum olacak. Yedi yaşındaki küçük bir çocuğa boş beyaz kâğıda iki dağ arasından doğan güneş ve vadiye doğru akan bir nehir çizmesi gerektiğini kim söyledi? Pekiiii, kim söyledi ki insan büyüyünce ciddi ve sıkıcı olmak zorunda diye? Bütün o grileri pembe ve yeşillerimizin üstüne kim koydu? Kim bizi hayal gücümüzden mahrum ederek inandırdı gökkuşağının iki ucunun her zaman yeryüzünde olacağına?

Bir sırrım var. Benim dünyamda gökkuşaklarının iki ucu da gökyüzüne dönüktür bir ucundan diğerine kayıp kanatlanarak uçabilmek için. Büyüyünce ciddi olmaya da hiç niyetim yok. Oscar Wilde’ın dediği gibi, ciddiyet sığlığın tek sığınağıdır. Ben merak ederim, okurum, yazarım, çizerim. Büyüyünce BEN olmaya devam edebilmek, kendimi geliştirmek isterim. Fabrika ayarlarımı sakladığım bir “kim ne der?” kutusu yok bedenimde. Zihnimde karanlık örümcek ağlarına gebe, nemli ve çürümeye yüz tutmuş bir bölge yok. Aksine fikirlerin renkli ve esnek olduğu dünyamda bir kuyruklu yıldıza takılıp dolaşabilirim zihnimin her köşesinde. En sevdiğim soru; NEDEN OLMASIN? 

Bir sırrım olduğu gibi bir de derdim var bana bütün bunları yazdıran. O da, hayatın günlük kargaşasına takılıp içinde yaşadığımız güzelliklerin farkına varamıyor olmamız. O huzur dolu anların tadını (aklımız hep başka yerlerde olduğundan ya da hep bir “GİDESİMİZ” olduğundan) doya sıya çıkaramamız. Toplum olarak araçları amaç haline getirerek, önce sağa-sonra sola-sonra tekrar sağa bakarak emin adımlarla ilerlemek yerine sürükleniyor olmamız bana çok dokunan bir hadise haline geldi son zamanlarda. Çünkü bu şekilde yaşayıp giden bir toplumun bireyleri ilerde geriye dönüp baktıklarında gülümseyerek “iyi ki” lerle hatırlayacakları anıların yerine buğulu bakışlarının ardındaki “keşke”lerle baş başa kalmaya mahkûm olacaklar gibi geliyor. Maalesef bu kadar konuşmamın sonucunda sizlere muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur alıntısıyla değişim için gaz vermek ve içinizdeki yaşama sevincini kaybetmemek için bir yerlerde saklı kalmış olan meraklarınıza özgürlük verin demekten başka bir çözüm önerisinde bulunamıyorum.

Yorumlar

  1. why not kadar önemli bir de "bir görelim ne var ne yok" fenomenimiz vardı ki ona değinmeyişin beni derinden yaraladı... yine de Oscar Wilde'ın lafı sayesinde adını koyamadığım bir gerçekliğe parmak bastın! tenks beybi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar