~ Lovely Contradictions ~

Hayattan ne istediğimi biliyorum. (Yoksa bilmiyor muyum ??- en azından ne istemediğimi ÇOK İYİ biliyorum) Umut dolu beklentilerim ve kendime özgü renklerle dolu hayallerim var. Her yeri görmek, farklı kültürleri tanımak, insanoğlunun farklarından beslenmek istiyorum. Öte yandan her adımda aslında gerçekliğin hayallerimdekinden çok daha renksiz olduğunun farkına varıyorum. Bu durum canımı sıkmıyor değil (zaman zaman beni “acaba” ların paradoksuna sürüklüyor.) Fakat aslında hayatı yaşanılabilir kılmanın da elimde olduğunun farkındayım. (En azından böyle düşündükçe hayat doluyorum ve bu şekilde zaman hızla akıp geçiyor.) Böylelikle farkına varmadan zihnimde çelişkilerle boğuşup yaşayıp gidiyorum.

* * *

Çelişkiler; bir yandan içerdikleri merak unsurları ve bizi sorgulamaya iten o iç gıcıklayıcı, tarif edilemez tarafları sayesinde hayatı yaşanmaya değer kılan, öte yandan bizi fazla sorgulamanın içine hapsederek içinden çıkılamayacak durumlara sokan ve var olmaktan bıktıran durumlar…

Başka bir deyişle sorgulamaktan kaçmayan kişinin “ne senle ne de sensiz” sendromu yaşadığı nokta. Peki, bizi bu kadar sıkıntıya sokan bir durumu neden her defasında yine yeni yeniden yaratma arzusu içerisindeyiz?

Biz insanoğlu; o çok sevgili, dillerden düşmeyen ve ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır olan dengemizi kaybetmekten korktuğumuz için kimi zaman dibe vururuz. Var olan ve süregelen halimizi etkileyecek, sözüm ona dengemizi çatırdatacak durum, bizi süregelen durumumuzu sorgulamaya itecek olan bir halet-i ruhiyenin farkına vardığımız anda hemen koyveririz kendimizi. Derdimize derman olacağına kendimizi inandırdığımız bişeylere sarılırız dört elle (ve bir de olayın üzücü olan “prozac nation” kısmı var) Fakat farkına varamadığımız bir nokta var, gözden kaçırdığımız - eninde sonunda dengelerin bozulacağı gerçeğidir. Çünkü hiç bir denge sonsuz değildir ve yeni bir denge oluşturmak için eskisinin bozulması gerekmektedir.
Yanlış yapmaktan korktuğumuz için risk almaktan kaçar ve hayatı minimumda yaşayarak kendimizi çapsız bir noktaya hapsedersek, o zaman ne yaşamımızın ne de ruh halimizin dengesini sağlıklı bir şekilde kurmayı başarabiliriz.

* * *

Hayatı kutuplarında yaşamak… Aynı anda tamamen zıt iki fikri beyninde savunabilmek, birbirinden tamamen farklı iki düşüncenin aynı anda kafandan geçmesi.... Çakışma… Tanjant noktası…
Bir yandan severken diğer yandan nefret etme durumu… Kesin karar vermişken aklında soru işaretlerinin belirmesi. Bambaşka olmak… Kimi zaman hayatı yaşanılası kılan bütün özelliklerinden sıyırıp insanı salt bunalıma sürükleyen, kimi zaman ise içerisinde kaybolmayı arzu edecek kadar büyüleyici ve merak uyandırıcı bir labirent halinde… Aşırılıkların içinde ölçülü davranışlar, ölçülü olmaya çalışırken verilen aşırı tepkiler… Güzelliklerin içinde çirkinliklerin olduğunu gözlemlemek, siyahın içinde beyazı fark etmek, aşkın içindeki nefreti hissetmek, gitmeyi herşeyden çok istemek ama asla gidememek, gülerken birden ağlamaya başlamak… Hayatı uçlarda yaşamak…

Hayatta hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını deneyimlemek… Kapının dışındaysan hiç bir zaman o kapının ardında neler olduğunun gerçekliğini bilememek, aynı insanların bakışlarının altında yatan gerçek manaları göstermek istemedikleri sürece anlayamamak gibi…

* * *

Şehirdeki etrafı sarıp sarmalayan karmaşık bir yalınlık…
Grilere bürünmüş, asık suratlı fabrikasyon beyinler…

* * *
Nasıl insan yüzünün iki tarafının birbirine simetrik olamayacağı gibi, ruh halimizin de zamanları birbirini tutmuyor aslında. Ya da gerçekten yapmak istediğimiz şeylere anlamlı açıklamalarla tutunurken, asıl yaptığımız şeyin mantığını savunuyoruz diğerlerine karşı. Acaba gerçekten içimizde rahat mıyız? Huzurlu muyuz başımızı yastığa koyduğumuzda? Yoksa zaman zaman çelişiyor muyuz kendimizle?

Çelişki aslında içimize işlemiş bir durum. Fikirler olgunlaşıp kesinlik(!) sağlayarak atılımlara veya tercihlere dönüşmediği sürece zihnimizi rahat bırakmayacak olan sorular.
Mesela tırtılların kozalarından bir an önce çıkmak isteyip fakat bunu zamanı gelinceye dek yapamadıkları, gitmek istemeleri ama asla gidememeleri,
Ve daha sonra kelebek olmanın hazzını yaşayacak çok az zamanları olduğunun farkına varıp aslında bu güzelliğe değip değmeyeceğini sorgulamaları, kalmak isteyip de kalamamaları gibi...

Yorumlar

Popüler Yayınlar