Hızlandırılmış Zamanın Gölgesinde Birey Olmak Üzerine- 2
Birey demişken… Günümüzün toplumlarında birey olmak, çetin bir savaşın sonunda galip gelmek ya da zorlu bir kışın ardından doğada ayakta kalabilmek gibi. İlkel zamanlardan bu yana, insanoğlu içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısında ve kendisinden beklentilerine uygun bir biçimde kabul görmek istemiştir. Bu durum çoğu zaman kişinin yaşamı diğerleriyle aynı şekilde algılamasını sağlamıştır.
Türk Dil Kurumu, sosyal açıdan bireyi; toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre birey, düşünsel ve duygusal özgür bir iradeye sahip olmalıdır. Öte yandan yine aynı kaynağa göre, bireyselleşme, bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci olarak tanımlanmıştır. Bu noktada, kişinin bireyselleşme sürecinde bağımsız ve kendine özgü olması beklenmektedir. Konuyla ilgili olarak Erich Fromm, insanın toplumsal tarihinin, onun doğal dünyayla bir bütün olma durumundan çıkıp kendisinin çevredeki doğa ve insanlardan ayrı bir varlık olduğunun farkına varmış duruma ulaşmasıyla başladığını ileri sürmüştür. Günümüzün şartlarında yetişen ve yaşamını devam ettiren kişilere baktığımızda, bu durumun pek de farkında olmadıklarını, olamadıklarını ya da farkında olabilecek duruma gelemediklerini gözlemliyoruz. Gerek gitgide zorlaşan ekonomik koşullar ve eğitim seviyesi, gerek kişinin kendini ihtiyaç piramidinin temelinde tatmin olmuş hissetmeyişi, gerekse kendine oluşturduğu güvenli alanı terk etmek istemeyişi ve aidiyet duygusu kaynaklı olarak toplumlar fabrikasyon jenerasyonlara can vermekte. Bilgi çağından yaratıcılık çağına geçildiği, hatta neredeyse bu çağın geride bile bırakıldığı iddia edilen dönemde insanlar kabul göremeyeceklerinden endişeli bir şekilde kendilerini ortaya koymaktan kaçar oldular. Onlar için önem ifade eden şey artık dış dünyaya ayak uydurmak. Erich Fromm’un da dediği gibi “bireyselleşme sürecinin bir diğer yönü giderek yalnızlaşmak.” Belki de amaç bundan kaçmak…
Bu noktada korkutucu olan, süregelen bu davranış biçimiyle toplumların gerileyeceğidir. Bireyleri şekillendirerek birey olmanın temelini oluşturan toplumlar kadar, bireylerin de toplumları şekillendirmeleri ve ileri taşımaları ŞART! Bu tüketim toplumu insanın aklına; "kendi farkını ortaya koyamayan bireyler nasıl olacak da ilerleme kaydedecekler?" sorusunu getiriyor. Bana kalırsa cevap aslında basit olduğu kadar da komplike… Üreterek! Üretmeden tüketmek insanı yavaş yavaş tüketen bir şey… Peki, faydalı üretimin ancak doz, süreç ve birikimle mümkün olduğu halde bu nasıl olacak?
Türk Dil Kurumu, sosyal açıdan bireyi; toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre birey, düşünsel ve duygusal özgür bir iradeye sahip olmalıdır. Öte yandan yine aynı kaynağa göre, bireyselleşme, bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci olarak tanımlanmıştır. Bu noktada, kişinin bireyselleşme sürecinde bağımsız ve kendine özgü olması beklenmektedir. Konuyla ilgili olarak Erich Fromm, insanın toplumsal tarihinin, onun doğal dünyayla bir bütün olma durumundan çıkıp kendisinin çevredeki doğa ve insanlardan ayrı bir varlık olduğunun farkına varmış duruma ulaşmasıyla başladığını ileri sürmüştür. Günümüzün şartlarında yetişen ve yaşamını devam ettiren kişilere baktığımızda, bu durumun pek de farkında olmadıklarını, olamadıklarını ya da farkında olabilecek duruma gelemediklerini gözlemliyoruz. Gerek gitgide zorlaşan ekonomik koşullar ve eğitim seviyesi, gerek kişinin kendini ihtiyaç piramidinin temelinde tatmin olmuş hissetmeyişi, gerekse kendine oluşturduğu güvenli alanı terk etmek istemeyişi ve aidiyet duygusu kaynaklı olarak toplumlar fabrikasyon jenerasyonlara can vermekte. Bilgi çağından yaratıcılık çağına geçildiği, hatta neredeyse bu çağın geride bile bırakıldığı iddia edilen dönemde insanlar kabul göremeyeceklerinden endişeli bir şekilde kendilerini ortaya koymaktan kaçar oldular. Onlar için önem ifade eden şey artık dış dünyaya ayak uydurmak. Erich Fromm’un da dediği gibi “bireyselleşme sürecinin bir diğer yönü giderek yalnızlaşmak.” Belki de amaç bundan kaçmak…
Bu noktada korkutucu olan, süregelen bu davranış biçimiyle toplumların gerileyeceğidir. Bireyleri şekillendirerek birey olmanın temelini oluşturan toplumlar kadar, bireylerin de toplumları şekillendirmeleri ve ileri taşımaları ŞART! Bu tüketim toplumu insanın aklına; "kendi farkını ortaya koyamayan bireyler nasıl olacak da ilerleme kaydedecekler?" sorusunu getiriyor. Bana kalırsa cevap aslında basit olduğu kadar da komplike… Üreterek! Üretmeden tüketmek insanı yavaş yavaş tüketen bir şey… Peki, faydalı üretimin ancak doz, süreç ve birikimle mümkün olduğu halde bu nasıl olacak?
Yorumlar
Yorum Gönder